Wednesday, November 25, 2015

Endüstriyel İdeolojilerin Temelleri: Maksimizasyon

Bir önceki yazı için Endüstriyel İdeolojilerin Temelleri: Senkronizasyon sayfasını okuyunuz.

The Third Wave, Alvin Toffler, syf. 68-70

Bölünmüş üretim / tüketim, 2. dalga toplumlarında "makro manyaklığı" denebilecek, büyüklük ve büyümeye olan Teksasvarı bir bağımlılığın, bir tür hastalığın da ortaya çıkmasına sebep oldu. Düşünce şöyleydi: madem ki fabrikalarda bir malın üretim süresinin, miktarının arttırılması (longer production runs) daha az birim fiyatı anlamına geliyordu, o zaman ölçeğin büyütülmesi diğer aktivitelerde aynı şekilde kazanımlar sağlayabilirdi. Bu mantık "büyük" kelimesi ile "daha verimli" kelimesini eşanlamlı görmeye başlayacaktı. Sonuçta maksimizasyon 2. dalganın 5. ana prensibi haline geldi.

Şehirler ve ülkeler en yüksek gökdelene, en büyük baraja, dünyanın en büyük mini-golf sahasına sahip olmakla övünüyorlardı. Bunun ötesinde büyüklük, büyümenin bir sonucu olduğuna göre, çoğu endüstriyel devlet, holding ve diğer organizasyonlar büyüme idealinin fanatik takipçileri haline geldiler.

Mathushita Elektrik Şirketi'ndeki Japon işçiler ve yöneticiler topluca her gün koro olarak şu şarkıyı söylerler:

.. Üretimi arttırmak için
yapabildiğimizin en iyisini yapıyoruz,
Mallarımızı tüm dünyaya gönderiyoruz,
Bitmez tükenmez bir şekilde,
Aynen pınardan dışarı fışkıran şu gibi,
Büyü endüstri, Büyü, Büyü, Büyü!
Harmoni ve samimiyet!
Matsushita Elektrik!

1960'da Amerika klasik endüstriyelleşme evresini tamamlayıp 3. dalganın etkilerini hissetmeye başladığında, en büyük 50 holdinginin her birinin ortalama 80,000 çalışanı vardı. General Motors şirketi tek başına 595,000 çalışana, Vail'in AT&T şirketi ise 736,000 çalışana sahipti. Bu durum, o zamanlarda ortalama bir ev nüfusunun 3.3 kişi olduğundan hareketle, 2,000,000'dan daha fazla insanın geçim için bu tek şirkete bağımlı olduğu anlamına geliyordu. Bahsedilen rakamın büyüklüğünü şöyle perspektife koyalım: Üstteki insan sayısı Washington ve Hamilton ülkeyi kurarken ABD nüfusunun neredeyse yarısına eşitti [..]


Muhakkak bazıları AT&T'yi özel bir durum olarak görebilir, ya da Amerikalıların zaten büyüklüğe müptela olduğunu ileri sürebilir.. Fakat bu makro manyaklığı Amerikalıların tekelinde olan bir problem değildi. Fransa'da 1963 yılında 1400 şirket, ki toplam şirketlerin yüzde 1'inden bile ufak bir rakamı temsil ediyorlardı, iş gücünün tamı tamına yüzde 38'ini istihdam ediyordu. Almanya'da, İngiltere'de, ve diğer ülkelerdeki hükümetler şirketleri sürekli olarak birleşip daha da büyük şirketler yaratılmaları yönünde teşvik ediyorlardı, ki bu sayede ortaya çıkacak devlerin Amerikalı rakipleriyle daha iyi başa çıkabileceğini düşünüyorlardı.

Şunu da belirtmek gerekir; bu ölçek maksimizasyonu bir "kar maksimizasyonu" düşüncesinin direk yansıması da değildi. Marx, "endüstriyel yapının ölçeğinin artmasının" o yapının "materyel kuvvetinin gelişmesi" ile birebir bağlantısı olduğununu iddia ediyordu. Lenin, "büyük kurumların, tröstlerin, ve kartellerin kitle üretim tekniğini en gelişmiş noktaya getireceğini" söylüyordu. Doğal olarak Sovyet Devrimi'nden sonra Lenin'in ilk yaptığı iş, Rus ekonomik hayatını en büyük ve en az sayıda organizasyon kalacak şekilde konsolide etmek oldu.

Stalin büyük ölçek için daha da ileri gidecekti. Devasa boyutlarda projeler başlatacaktı - Magnitörösk'taki demir-çelik kompleksi, Zaporozhstal'da bir diğeri, Balkash'taki bakır fabrikası, Kharkov ve Stalingrad'daki traktör fabrikaları... Stalin, o zamanlarda etrafındakilere herhangi bir Amerikan fabrikasının ne kadar büyük olduğunu sorar, ve hemen daha büyüğünün kendi ülkesinde yaptırılması için emir verirdi.

Sovyet Ekonomik Planlamasında Büyüklük Kültü kitabında Dr. Leon M. Herman şöyle yazar: "SSCB'nin pek çok bölgesinde yerel politikacılar 'dünyanın en büyük projelerini' çekme yarışıyla meşgullar". 1938 yılına gelindiğinde Komünist Parti "megamanya" eğilimine karşı uyarılarda bulunmaya başlayacaktı, fakat dinleyen olmadı. Bugün bile Sovyet ve Doğu Avrupa ülkelerinin yöneticileri Herman'ın tanınına göre "büyüklüğe olan bir müptelalık" probleminden muştarıptır.

Büyüklüğe olan bu inanç 2. dalganın önü verimlilik ile karıştırması ile alakalıydı. Fakat endüstrideki makro manyaklığı diğer alanlar da mevcuttur. Mesela ekonomide, pek çok farklı eksendeki verinin GSMH adı verilen bir istatistiki ölçüme indirgemesi bu zihniyetin başka bir örneğidir. GSMH bir ekonominin 'büyüklüğünü' o ekonomi içinde üretilen mal ve hizmet değerinin toplamasıyla ortaya çıkartılıyordu, fakat 2. dalga ekonomistlerinin kullandığı bu istatistiğin ciddi problemleri vardı. Öncelikle GSMH açısından üretilen çıktının yiyecek mi, eğitim mi, sağlık servisi mi olduğu farketmiyordu. Bir evi yapmak, ya da bir evi yıkmak için birilerinin istihdam edilmesi aktivitelerinin ikisi de GSMH'yı büyütüyordu, fakat bu aktivitelerden biri mevcut gayrimenkula eklemiş, diğeri ise ondan eksiltmişti. Ayrıca GSMH sadece piyasada görülen alışverişi hesapladığı için, içinde para dönmeyen ama en az paralı olan ekonomi kadar önemli olan ekonomiyi yok sayıyordu. Bu ekonomi içinde çocuk büyütme, ev işi gibi onsuz paralı ekonominin de işleyemeyeceği türden aktiviteler vardı.

Tüm bu eksiklere rağmen, dünyadaki tüm 2. dalga devletleri GSMH'lerini arttırmak için her türlü bedeli göze alarak kör şekilde ileri atlayıp yarışa girdiler. Büyümeyi maksimize etmek için ekolojik ve sosyal felaketler dikkate alınmadı. Makro manyaklık prensibi endüstriyel mentalitenin içinde o kadar derinlere gömülmüştü ki, bu insanlar son derece doğal ve akılcı çözümü takıp ettikleri düşüncesindeydiler.

No comments:

Post a Comment